-
1 Platz
2) (öffentlicher \Platz) meydan3) (Sport\Platz) alan, saha; (Tennis\Platz) kort;auf eigenem \Platz kendi sahasında;auf gegnerischem \Platz rakip sahada; ( Fußball) deplasmanda4) (Sitz\Platz) oturacak yer;bitte, nehmen Sie \Platz! lütfen oturunuz!;ist noch ein \Platz frei? boş yer var mı?;dieser \Platz ist besetzt bu yer dolu;\Platz! ( zum Hund) otur!5) (Teilnahme\Platz)es sind noch Plätze frei daha yerimiz var;ein Saal mit 500 Plätzen 500 kişilik bir salon6) ( Rang) sıra, derece;sie belegte den ersten/zweiten/dritten \Platz birinciliği/ikinciliği/üçüncülüğü aldı;seinen \Platz behaupten sırasını korudu\Platz sparend yerden tasarruflu, az yer kaplayan;\Platz da! yer açın!, kaçılın!, yol verin!;\Platz für jdn/etw schaffen bir kimseye/şeye yer açmak;jdm \Platz machen birine yer vermek -
2 уделять
ayırmak (zaman)* * *несов.; сов. - удели́тьayırmak; vermekуделя́ть вре́мя дома́шним дела́м — ev işlerine zaman ayırmak
уделя́ть ме́сто чему-л. — yer vermek
уделя́ть вре́мя кому-чему-л. — zaman ayırmak
он суме́л удели́ть нам це́лый час — bize tam bir saat vakit ayırabildi
пре́сса удели́ла э́тому собы́тию значи́тельное ме́сто — basın bu olaya geniş / büyük bir yer verdi
-
3 slot
yarik, delik; (radyo, vb.) program; oluk, yiv; yarik açmak; (in/into ile) yer ayirmak, yer vermek, vakit ayirmak; delik açmak, yiv açmak -
4 подсаживать
несов.; сов. - подсади́ть1) (на лошадь, в вагон и т. п.) binmesine yardım etmek2) разг. (сажать к кому-л.) yanına oturtmak; yerleştirmek3) (брать на телегу и т. п.) yer vermek, almak4) ( о растениях) (daha da) dikmek; ekmekподсади́ть пять дере́вьев — beş ağaç daha dikmek
-
5 rank
adj. bol, çok, gür, kaba, kaba saba, verimli, bereketli, tam, alâsı, bakımsız (bahçe), bozulmuş, kokmuş, kokuşmuş, iğrenç————————n. sıra, dizi, saf, rütbe, aşama, sınıf, tabaka, derece————————v. dizmek, sıraya koymak, saymak, yer vermek, dizilmek, sıra olmak, rütbesi olmak, sayılmak, yüksek rütbeli olmak* * *1. rütbe 2. sıraya koy (v.) 3. sıra (n.)* * *I 1. [ræŋk] noun1) (a line or row (especially of soldiers or taxis): The officer ordered the front rank to fire.) sıra, dizi, saf2) ((in the army, navy etc) a person's position of importance: He was promoted to the rank of sergeant/colonel.) rütbe3) (a social class: the lower social ranks.) sınıf2. verb(to have, or give, a place in a group, according to importance: I would rank him among our greatest writers; Apes rank above dogs in intelligence.) saymak, dahil etmekII [ræŋk] adjective1) (complete; absolute: rank stupidity; The race was won by a rank outsider.) tam, iyice, son derece2) (unpleasantly stale and strong: a rank smell of tobacco.) ağır/fena kokulu•- rankness -
6 give place to
yerini bırakmak, yer vermek -
7 give place to
yerini bırakmak, yer vermek -
8 rücken
1. v/t <h> itmek2. v/i <sn> ilerlemek, kımıldamak; yol/yer vermek;näher rücken sıkışmak, yaklaşmak; zeitlich yaklaşmak -
9 rücken
rücken ['rʏkən]rück mal ( ein Stückchen) ! biraz kaysana!;in den Mittelpunkt des Interesses \rücken herkesin ilgisini üstüne çekmek -
10 place
yer; alan, bölge; (yaris, kuyruk, vb.'de) sira; hane, basamak; oturacak yer; memuriyet, görev; mevki, konum; yapilmasi gereken sey, görev; ev, koymak, yerlestirmek; (para) yatirmak; tam olarak hatirlamak, çikarmak; (siparis) vermek; saymak, görmek; önem v -
11 accommodate
(yer) saglamak, vermek; yerlestirmek, barindirmak; (birbirine) uydurmak, bagdastirmak; (yeni kosullara uymak için aliskanliklarini, yasam biçimini, vb.) degistirmek -
12 допускать
sokmak,izin vermek; meydan vermek,izin vermek; katlanmak,tahammül etmek; ihtimal vermek,varsaymak* * *несов.; сов. - допусти́ть1) sokmak; izin vermekне допуска́й его́ сюда́! — onu buraya sokma!
допуска́ть кого-что-л. к ко́нкурсу — birinin, bir şeyin yarışmaya katılmasına izin vermek
2) (позволять делать что-л.) yer / meydan vermek; izin vermek; katlanmak, tahammül etmek ( терпеть)что́бы не допусти́ть па́ники — paniği önlemek için
э́того допуска́ть нельзя́! — buna yer verilemez!
3) ( считать возможным) ihtimal vermek; var saymak, kabul etmek ( предполагать)я не допуска́ю тако́й возмо́жности — bunun olabileceğine ihtimal vermiyorum
я допуска́ю, что он мог э́то сказа́ть — bunu söylemiş olabileceğini aklım kesiyor
допу́стим, что... —... var sayalım;... kabul edelim
••допусти́ть оши́бку — yanlışlık / hata yapmak
-
13 place
n. yer, mahal, mekân, yerleşim yeri; ev, hane; basamak, sıra; mevki, makam; statü; sorumluluk; iş————————v. yerleştirmek, koymak; yerini belirlemek; oturtmak; görevlendirmek; yazdırmak [tel.]; yatırım yapmak; yatırmak (para); vermek (sipariş), ısmarlamak* * *1. yerleştir (v.) 2. yer (n.) 3. yerleştir* * *[pleis] 1. noun1) (a particular spot or area: a quiet place in the country; I spent my holiday in various different places.) yer2) (an empty space: There's a place for your books on this shelf.) (boş) yer3) (an area or building with a particular purpose: a market-place.) yer4) (a seat (in a theatre, train, at a table etc): He went to his place and sat down.) (oturacak) yer5) (a position in an order, series, queue etc: She got the first place in the competition; I lost my place in the queue.) sıra, derece6) (a person's position or level of importance in society etc: You must keep your secretary in her place.) yer, mevki7) (a point in the text of a book etc: The wind was blowing the pages of my book and I kept losing my place.) (okunan) yer8) (duty or right: It's not my place to tell him he's wrong.) iş, vazife9) (a job or position in a team, organization etc: He's got a place in the team; He's hoping for a place on the staff.) yer, kadro10) (house; home: Come over to my place.) ev, oda, iş yeri11) ((often abbreviated to Pl. when written) a word used in the names of certain roads, streets or squares.)... Caddesi/Meydanı12) (a number or one of a series of numbers following a decimal point: Make the answer correct to four decimal places.) basamak, hane2. verb1) (to put: He placed it on the table; He was placed in command of the army.) koymak2) (to remember who a person is: I know I've seen her before, but I can't quite place her.) kim olduğunu hatırlamak, çıkarmak•- go places
- in the first, second place
- in place
- in place of
- out of place
- put oneself in someone else's place
- put someone in his place
- put in his place
- take place
- take the place of -
14 Platz
Platz m <Platzes; Plätze> (Ort, Stelle) yer; (Lage) durum, konum, mevki; (Bauplatz) inşaat alanı; öffentlicher meydan, alan; (Sitzplatz) koltuk, (oturacak) yer;SPORT auf Platz drei üçüncü (derecede);ist dieser Platz noch frei? burası boş mu?;Platz machen für -e yer açmak; (vorbeilassen) -e yol vermek;Platz nehmen -e oturmak;Platz raubend fazla yer tutan;Platz sparen yerden kazanmak;Platz sparend az yer tutan -
15 space
n. uzay, feza, mekân, aralık, mesafe, yer, alan, boşluk, açıklık, uzaklık, ara, süre, espas, reklâm süresi [tv]————————v. ara vermek, boşluk bırakmak, aralık bırakmak, espas koymak, aralıklı dizmek* * *1. boşluk 2. boşluk bırak (v.) 3. boşluk (n.)* * *[speis] 1. noun1) (a gap; an empty or uncovered place: I couldn't find a space for my car.) yer2) (room; the absence of objects; the area available for use: Have you enough space to turn round?; Is there space for one more?) yer3) ((often outer space) the region outside the Earth's atmosphere, in which all stars and other planets etc are situated: travellers through space.) uzay2. verb((also space out) to set (things) apart from one another: He spaced the rows of potatoes half a metre apart.) arasında mesafe bırakmak- spacing- spacious
- spaciously
- spaciousness
- space-age
- spacecraft
- spaceship
- spacesuit -
16 Feuer
Feuer <-s> ['fɔıɐ] nt1. kein pl1) mil ateş;das \Feuer eröffnen/einstellen ateş açmak/kesmek2) ( Temperament)dieses Pferd hat viel \Feuer bu at çok ateşli2. <-s, -> nt1) ( vom Menschen kontrolliert) ateş;das olympische \Feuer Olimpiyat Ateşi;\Feuer fangen ateş almak, tutuşmak;haben Sie \Feuer? ateşiniz var mı?;jdm \Feuer geben birine ateş vermek;mit dem \Feuer spielen ( fig) ateşle oynamak;für jdn durchs \Feuer gehen biri için kendini ateşe atmak, biri için canını vermek;jdm \Feuer unterm Hintern machen ( fam) birini dürtüklemek;Öl ins \Feuer gießen ( fig) yangına körükle gitmek2) ( Brand) yangın, ateş;\Feuer an etw legen bir şeye kundak koymak, yangın çıkarmak için bir şeyi tutuşturmak;\Feuer und Flamme für etw/jdn sein ( fam) bir şey/kimse için yanıp tutuşmak;\Feuer fangen ( in Brand geraten) yanmaya başlamak, tutuşmak; ( sich begeistern) ateşlenmek;gebranntes Kind scheut das \Feuer ( prov) sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer -
17 شكل
Iشَكَّلَ1. oluşturmakAnlamı: oluşmasını sağlamak2. formatlamakAnlamı: belli bir biçim vermek3. biçimlendirmek4. şekillendirmekAnlamı: biçimlendirmekIIشَكْل1. estampAnlamı: metal, tahta vb. üzerine kazıldıktan sonra basılan resim2. gravürAnlamı: kazıma resim3. dizaynAnlamı: bir çizim4. beti5. şeklenAnlamı: biçim yönünden6. suretAnlamı: görünüş, biçim7. formaAnlamı: biçim, şekil8. levhaAnlamı: bir yere asılmak için yazılmış yazı, safiha9. tabloAnlamı: sulu boya, yağlı boya veya kalem resmi10. çeşitAnlamı: aynı türden olan şeylerin bazı özelliklerinden ayrılan yer biri, nevi11. şekilAnlamı: biçim12. formAnlamı: biçim, şekil13. tasvirAnlamı: resim14. desenAnlamı: belirli çizgilerle gösterme, tasvir -
18 recess
n. tatil, ara, mola, gizli yer, kovuk, girinti, yatak, yuva————————v. oymak, yer açmak, girinti yapmak, boşluğa yerleştirmek, ara vermek, paydos etmek, tatil olmak* * *tatil* * *[ri'ses, 'ri:ses]1) (a part of a room set back from the main part; an alcove: We can put the dining-table in that recess.) giriş, niş2) (the time during which Parliament or the law-courts do not work: Parliament is in recess.) tatil3) ((American) a short period of free time between school classes.) teneffüs -
19 feature
yüzün herhangi bir tarafi; bir seyin göze çarpan tarafi, özellik, belirleyici nitelik; uzun film; makale, -in belirleyici, göze çarpan özelligi olmak; (göze çarpan bir özellik olarak) içermek, yer, rol vermek; yer, rol almak -
20 concession
- 1
- 2
См. также в других словарях:
yer vermek — 1) önemli saymak, saygı göstermek Etrafını zehirleye zehirleye yaşadıktan sonra hâlâ insanlar ona kendi aralarında bir yer veriyorlardı. M. Yesari 2) bir olaya yol açmak, imkân tanımak 3) önemli bir görev vermek 4) kendi yerini bir başkasına… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yer — is., gök b. 1) Dünya 2) Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân İzinsiz bir yere gitmek ne haddime? M. Ş. Esendal 3) Gezinilen, ayakla basılan taban Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yer açmak — 1) bir kimseye oturması için yer hazırlamak 2) mec. yer bırakmak, imkân vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
tatır yer — kıraç yer, I, 361 tat ıtmak tadılmak, tadına tesir etmek, tat vermek, II, 299 … Divan-i Luqat-i it-Türk Dizini
sütununu açmak — yer vermek, yayımlamak Sanat dergilerinden biri bir ara, genç şairlere sütunlarını açmıştı. B. R. Eyuboğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
altlamak — i, man. Özel diye alınan bir şeye, genel bir kavramın altında yer vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kadrolandırmak — i Kadroda yer vermek … Çağatay Osmanlı Sözlük
sanayileşmek — nsz Üretimde makine, tezgâh vb. maddi üretim araçlarına giderek daha çok yer vermek, endüstrileşmek … Çağatay Osmanlı Sözlük
kucak (veya kucağını) açmak — 1) (birine) korumak Paris teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı. R. N. Güntekin 2) (birine) sığınacak yer vermek Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı. Y. K. Karaosmanoğlu … Çağatay Osmanlı Sözlük
HAYAL-PERESTLİK — Kelâmda hakikatı rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
TEŞBİH-PERESTLİK — Kelâmda lüzumundan fazla teşbihe yer vermek … Yeni Lügat Türkçe Sözlük